Çöl Kraliçesi ve Ulusal Egemenlik
- Arda Tunca
- 9 Kas 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 26 Oca
Nicole Kidman başrolde. Gertrude Bell'i canlandırıyor. Gertrude Bell, Ortadoğu'da gezinmiş bir İngiliz ajanı. Aynı zamanda, bir arkeolog ve yazar. Hiçbir insanın tek başına Ortadoğu'da dolaşması hiçbir dönemde kolay bir iş değildir. Hele ki, bölgenin kültürel dokusu düşünüldüğünde, bir kadın için bir erkeğe göre çok daha zordur. Fakat, Gertrude Bell bu işi başarıyor. Üstelik, geliştirdiği ilişkilerle öyle bir noktaya geliyor ki, Ürdün ve Irak'ın yönetimlerini belirliyor ve haritalarını çiziyor. 1921'de, Kral Faysal'ın Irak'ın başına geçmesini sağlıyor.
Çöl Kraliçesi (Queen of the Desert) filminde Gertrude Bell'in tarihsel önemi konusundaki vurgu zayıf kalmış. Nicole Kidman'ın başarılı oyunculuğunun hakkını vermek lazım ama epik biyografi türündeki filmin yönetmeni Werner Herzog, Gertrude Bell'in maceracı yönüne çok ağırlık vermiş. Dolayısıyla film, Gertrude Bell'in Ortadoğu siyaseti için önemini yeteri kadar ortaya çıkaramamış. Film, yine de izlemeye değer.

Gertrude Bell (Kaynak: https://museumsandheritage.com/advisor/posts/great-north-museum-hancock-announces-the-extraordinary-gertrude-bell-exhibition/)
Ortadoğu, sürekli olarak sorunlu bir bölge. Böyle kalmaya da devam edecek. Ülkelerin ve insanların kendi geleceklerini belirlemeleri gerekiyor. Fakat, uluslararası ilişkilerin mantığı buna izin vermiyor. Gertrude Bell de bir ülkenin kendi kaderini belirlemesine engel olan güçlerin bir temsilcisi.
Her ulus, kendi kaderini belirlemek konusunda çok istekli mi? Hayır, değil. Tuhaf ama gerçek bu! Yaşamımda, pek çok 3. dünya ülkesinden insanlarla diyaloglarımda gözlerimle, kulaklarımla ve beynimle şahit oldum ki gelişmiş ülkelerin sömürgesi olmaktan çıktıkları için kendilerini zamanında sömürenlerin ülkelerini terk etmiş olmalarına kızgın insanlar var. Örneğin, Sudan'da insanların önemli bir bölümü bugün içinde bulundukları koşulları İngiltere'nin 1955'te ülkeyi terk etmesine bağlıyor. Bu nedenle de İngilizler’e kızgınlar.
Gertrude Bell'in mirası Irak'ta bugün dahi hissedilebiliyor. Fakat, yakın geçmişte bugünkü Irak'ın siyasi, etnik ve coğrafi durumunu en derinden etkilemiş olan kişi hiç kuşku yok ki Saddam Hüseyin'dir.
Saddam'ın Irak'ı Sünniler için herhangi bir tehdit oluşturmayan ama Kürtler ve Şiiler için son derece ağır sosyal ve siyasi koşulların geçerli olduğu bir dönemi hakim kıldı. Irak'ın bugünkü fiili bölünmüşlüğünün temelinde Saddam'ın yarattığı ortam var.
2014'te başbakanlığı bırakmış olan Nuri Kamal al-Maliki'nin 2016 yılında The New York Times'a verdiği bir röportajı vardı. Maliki, bu üç unsurun birbirlerine karşı olan kızgınlıklarını ve mağduriyet hislerini başbakanlık görevinde bulunduğu sırada yatıştıramadığını, buna gücünün yetmemiş olduğunu anlatıyor. Maliki, bir Şii ve 1920'lerde İngilizler’e karşı gerçekleştirilen ayaklanmalarda görev almış bir dedenin torunu.
Irak, IŞİD'in ortaya çıkmasıyla çözümü çok daha karmaşık bir problemin içinde buldu kendini.
Dünya'nın uluslararası politikadaki hakimiyeti İngiltere'den ABD'ye geçince, Irak'ın kaderi ABD'nin ellerine teslim oldu. 2003'te Irak'ı işgal eden ABD, 2011'in sonlarında Irak'taki askeri gücünü tamamen geri çekmişti. Ancak, IŞİD'in Irak'ı işgali karşısında ABD geri dönmek durumunda kaldı.
Maliki'yi çok otoriter ve bölünmüşlüğü derinleştiren politikalar uygulamakla suçlayan ABD, Maliki'nin başbakanlıktan inmesini desteklemişti. Yerine, Abadi geçmişti. Abadi'nin de çok zayıf olduğu düşünüldü. IŞİD ile başa çıkamadı zira. Musul gibi önemli bir şehir Irak'ın kontrolüne geçemedi ve Şiiler ve Kürtler aynı ülke içinde huzurlu bir ortamda barış içinde yaşayamadı. Abadi'nin zayıf olduğunun düşünülmesinde bu tespitler önemli rol oynadı.
Irak, kendini yönetmekte zorlanan bir ülke. Bölünmesi çok önerildi. Kuzey Irak yarı bağımsız bir Kürt devleti konumunda. Ülkenin sosyal dinamiklerini, Irak'ın sahip olduğu doğal kaynakları daha rahat kontrol etmek isteğindeki ABD Irak'ı zorla yönetmeye çalıştı. Irak'taki yönetimlerin de buna pek itirazı olmadı. ABD, Bush ile demokrasi (!) götürmek için Irak'ı işgal etmişti. Alan Greenspan, The Age of Turbulance kitabının bazı satırlarında temel amacın petrolün dinamiklerini kontrol etmek olduğunu yazmıştı ama bütün küresel güçler Irak'a demokrasinin götürülüyor olduğunu anlattılar. Bu arada, yer altında gizli nükleer silahlar bulunduğu iddiaları da asılsız çıktı ama büyük güçler ne diyorsa ona inanmak lazım değil mi? Çünkü, amaç demokrasi (!).
Irak parlamentosunun milletvekilleri Dünya'nın en yüksek maaş veren parlamentolarından birinin milletvekilleri olma özelliğine sahipler. Siyaset, geçim amacıyla yürütülen bir faaliyet. Siyasi ahlaksızlık yüksek seviyelerde. Dolayısıyla, Irak'ın askeri, ekonomik ve siyasi sorunlarını çözebilecek bir irade bulunmuyor. Bu nedenle, sürekli dış güçlerin egemenliğinde bir Irak var.
Gertrude Bell'in cenaze törenini balkonundan izlemişti Kral Faysal. Gertrude Bell, Bağdat'ta defnediliyor 1926'da. Burası Ortadoğu. Burada, sınırları İngiltere ve Fransa çizdi. Sonra ABD dizayn etti sosyolojiyi ve siyaseti.
Ülkesinin haysiyetini düşünmeyenler demokrasiyi sevmiyorlar. Egemenliklerinin yarattığı güç ile koyuyorlar kuralları. Siyasi ahlak ve toplumsal ahlak da çöküyor zamanla ve birileri gelip yönetiyor ülkeyi. Sınırları çiziyorlar, başbakanları atıyorlar.
Demokrasiyi kaybetmek, ifade özgürlüğünü yok etmek bir ülkenin ulusal egemenliğini kaybetmesi anlamına gelebiliyor. Birileri demokrasi adı altında yardıma (!) gelmeye çalışabiliyor.
Atatürk'e duyduğum saygıyı bugünün Ortadoğu'sundan daha iyi ne anlatabilir?
Comments