Tarih, Ekonomi ve 1930'ların Öğrenilmeyen Dersleri
- Arda Tunca
- 9 Mar
- 4 dakikada okunur
Küresel gelişmeler, günümüzün 1930’larla kıyaslanmasına neden oluyor. Milliyetçiliğin yükselişi, ekonomik istikrarsızlık, korumacılık ve uluslararası kurumların aşınması, 2. Dünya Savaşı öncesindeki koşullarla niteliksel benzerlikler gösteriyor.
Bir süre öncesine kadar günümüz uluslararası kurumlarının geçmişin tekrarlanmasını önleyebilecek kadar güçlü ve donanımlı olduğunu savunanlar bulunmaktaydı. Kurumların zayıflığının belirginleşmesiyle bu görüşler azaldı ve hemen hemen yok olmaya yüz tuttu.
Ana akım iktisat anlayışı, üretkenlik, kâr ve verimlilikle sınırlı kalan odağı ile istikrarsızlığı tetikleyen toplumsal dinamikleri ele almakta son derece yetersiz kaldı. Bu başarısızlık, 1930’larda küresel istikrarın çöküşüne katkıda bulunan neoklasik körlüğü anımsatmaktadır.
ABD, 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel düzenin mimarı oldu. Ancak, bugün kurumsal çöküş ile karşı karşıya. ABD’de demokrasi, yönetişim, eğitim ve kültürel değerler erozyona uğramakta. Ülke, küresel sorunları etkin bir şekilde yönetme konusunda giderek yetkinliğini kaybetmekte. Trump yönetimi altında bu düşüşün dünya düzeni üzerinde derin ve yaygın etkileri ortaya çıkmaya başladı.
Siyasi kutuplaşma, medyaya yönelik saldırılar ve yargı bağımsızlığının aşınması, ABD’deki demokratik normları zayıflatıyor ve yönetişim istikrarına dair endişeler yaratıyor. Eğitim standartlarının düşmesi ve kültürel bölünmeler, ABD’nin rekabet avantajını sağlayan entelektüel ve yenilikçi gücünü zayıflatıyor.
Trump’ın küresel ekonomik ilişkiler konusundaki yaklaşımı, uluslararası iş birliklerinden geri çekilmeyi simgeliyor ve ABD’nin bir zamanlar savunduğu uzun vadeli ittifakları ve kurumları zayıflatıyor. ABD çok taraflı angajmanlardan çekilirken, özellikle Çin ve bölgesel güçler bu boşluğu doldurma girişiminde bulunuyor.
Yapay zekâ ve büyük veri ekonomisinin yükselişi, ekonomik gücü birkaç büyük şirketin elinde yoğunlaştırarak ekonomik eşitsizliği artırdı. Diğer yandan, hükümetlerin finansal piyasalar ve kamusal düzen üzerindeki kontrolünü sınırlandırdı.
Trump’ın stratejisi, korumacılığa ve gümrük tarifelerine dayanıyor. Ancak, bu politikalar günümüz küresel ekonomik düzeninin gerçeklerinden son derece kopuk. Geçmişte ticaret, mallara odaklandığında gümrük tarifeleri etkili bir araç olabilirdi. Ancak, günümüz küresel ekonomisi artık dijital hizmetler, tedarik zincirleri ve karmaşık finansal ağlar tarafından yönlendiriliyor. Bu unsurları tarifelerle kontrol etmek mümkün gözükmüyor.
Korumacı politikalar Amerikalı tüketiciler için daha yüksek fiyat anlamı taşıyor. İşletmeler artan maliyetleri tüketicilere yansıtacaktır. Önceleri mallar, ardından fabrikalar uluslararası ticarete konu olurken, bugün ofisler ve hizmetler sınırların ötesinde ticarete konu oluyor. Dijital hizmetler, yapay zekâ ve bulut tabanlı endüstrilerin en azından öngörülebilir bir vadede gümrük tarifelerine tabi tutulması olası değil. Durum, Trump’ın politikalarını küresel ticaret dengesizliklerini çözme konusunda büyük ölçüde etkisiz hale getirecektir.
Geçmiş on yılların aksine, ABD artık dünyanın önde gelen üretim merkezi değil. Küresel mal üretiminde başrolü Çin üstlendi. Bu durumda, gümrük tarifelerinin ABD’de üretimi geri getirmesi kısa ve hatta orta vadede çok zor. Çin mallarına uygulanan tarifeler, Amerikalı tüketiciler ve işletmeler için maliyetleri artıracaktır. ABD’nin üretim yapısını dönüştürmeden tarifelerle başarı elde etmesi ancak uzun zamana dayandırılabilecek bir proje olabilir.
ABD ekonomisini güçlendirmek yerine, tarifeleri tercih etmek ticaret savaşlarını tetikliyor, ekonomik belirsizlik yaratıyor ve Amerikan piyasalarına olan küresel güvenin azalmasına neden oluyor. Pek çok Amerikan şirketi küresel tedarik zincirlerine ve ihracat pazarlarına bağımlı durumda. Tarifeler ve tetiklediği ticaret savaşları, ABD’nin sanayi yapısına zarar verebilecek nitelikte. Korumacı politikalar, Amerikan endüstrilerini yeniden canlandırmak yerine şirketlerin operasyonlarını ABD dışına taşımasını teşvik ederek ekonomik nüfuzunun daha da zayıflamasına yol açabilir.
Trump’ın ekonomik politikaları amaçladığı sonuçları ortaya koyamayacak gibi görünse de, Avrupa’yı savunma harcamalarını artırmaya itme konusunda başarı elde etme yolunda ilerliyor. Trump, NATO müttefiklerini savunma yükümlülüklerini yerine getirmemekle defalarca suçlayarak, Avrupalı ülkelerin askeri yeteneklerini güçlendirme çabalarını sonunda hızlandırdı.
Avrupa liderleri, ABD’nin güvenlik konularındaki öngörülemez tutumundan endişe duyarak bağımsız savunma kapasitesine yatırım yapmaya karar verdi. Avrupa’nın savunma harcamalarını artırması, Batı’nın güvenlik dinamiklerini yeniden şekillendirerek ABD’nin küresel askeri üstünlüğünü azaltabilir.
Tarih, küreselleşmenin genişleme, hâkimiyet, kriz ve çöküş şeklinde döngüsel bir model izlediğini gösteriyor. Küreselleşmenin her büyük evresi kriz ve çatışma ile sonuçlanmış ve bu durum küreselleşmenin sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri yaratmıştır.
E.F. Schumacher (Small Is Beautiful) ve Karl Polanyi (The Great Transformation), ekonomilerin insana hizmet etmesi gerektiğini savunan görüşleriyle her zaman anımsanmalıdır. Günümüz ekonomi politikalarının toplumsal refah odağına sahip olduğunu iddia etmek mümkün değildir.
19. yüzyılın ve 20. yüzyılın başındaki laissez-faire politikalarının servet eşitsizliğini artırması ve küresel ekonomileri istikrarsızlaştırmasına benzer şekilde günümüz ekonomik gelişmeleri de artan toplumsal huzursuzluğa, yükselen korumacılığa ve siyasi parçalanmalara yol açtı. Kapsayıcı ve sürdürülebilir bir ekonomik modele geçilememesinin sonuçları kaçınılmaz olarak geçmişteki hataların tekrarlanması olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün dünya, jeopolitik çatışmalar, iklim değişikliği, ekonomik istikrarsızlık ve demokratik normların aşınması gibi iç içe geçmiş birçok krizle karşı karşıya. Bu zorluklar güçlü uluslararası iş birliği gerektirse de, dünya bu noktadan ancak hayal edilebilecek kadar uzak. 3. Dünya Savaşı ihtimali giderek daha fazla tartışılıyor. Büyük güçler arasındaki gerilimler yükseliyor. Küresel liderlerin ortak bir zemin bulamaması, anlamlı çözümleri engellemekle kalmıyor, tarihin tehlikeli bir şekilde tekerrür etme olasılığını güçlendiriyor.
Döngüler göz önüne alındığında, küreselleşmenin doğası gereği sürdürülemez olduğu ve insanlığın genişleme ve çöküş döngülerini sürekli tekrar ettiği ve kalıcı bir istikrar sağlayamadığı savunulabilir.
Aşağıdaki öneriler, bugünün siyasi ve ekonomik ortamında idealist ve gerçekçi olmayan yaklaşımlar gibi görünebilir, ancak tarihsel döngüleri kırmak için hayati önem taşıdığı vurgusuyla hatırlamakta fayda görüyorum:
Ekonomik yönetişim, eşitlik ve çatışma çözümüne dair köklü bir dönüşüm gerçekleştirilmezse, tarih kendini tekrar etmeye devam edecektir.
Ekonomik politikalar, yalnızca verimlilik ve kâra odaklanmak yerine, refah göstergeleri, çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal dayanıklılığı çok daha fazla içermelidir. Finansal kurumlar, spekülatif balonları şişirmek yerine, uzun vadeli ekonomik istikrarı sağlamaya hizmet etmelidir. Regülasyonlar bu yönde düzenlenmelidir.
Küresel koordinasyon olmadan, iklim değişikliği, finansal istikrarsızlık ve jeopolitik gerilimler gibi sorunlar daha da derinleşecektir.
Denetlenmeyen yapay zekâ tekelleri, ekonomik ve siyasi gücü daha da yoğunlaştırarak, birkaç kişinin çıkarına hizmet eden bir sistem oluşturacak ve geniş toplum kesimlerini dezavantajlı duruma düşürecektir. Bunun sonucu, daha fazla kutuplaşma, eşitsizlik ve demokrasiden kopan distopik bir dünyaya geçiştir.
Schumacher ve Polanyi’nin fikirlerinden ilham alarak, gelecekteki ekonomik modeller toplumsal uyumu, sürdürülebilirliği ve eşitliği serbest piyasanın denetimsiz büyümesine karşı önceliklendirmelidir.
1930’lar, ekonomik krizler, siyasi istikrarsızlık ve kurumsal başarısızlıklar bir araya geldiğinde neler olabileceğini açıkça göstermektedir. Eğer bugünün politika yapıcıları bu yapısal benzerlikleri görmezden gelirse, tarih yine benzer bir şekilde tekerrür edecektir. İnsanlığın elindeki ispatlar bu öngörüyü yapabilmeye yetecek kadar fazla. Döngülerin devam edeceğini kabul ediyorsak, tarihi doğal akışına bırakmak da önerilebilir elbet.
Comments