Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç: Hurafeler, Bilim ve Toplumsal Eleştiri
- Arda Tunca
- 1 Nis
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 2 Nis
1910 yılında, Halley kuyruklu yıldızının Dünya’ya çarpacağına dair haberler çıkar. Haber, Osmanlı toplumunda büyük bir yankı uyandırır. Mahalle dedikodularından kahvehane sohbetlerine kadar her ortamda Halley konuşulur.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, mizahi uslubuyla mahallelerin Halley dedikodularını "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç" adlı romanında anlatır. Dili, mizahın dilidir. Toplumsal inançlar, bilim karşısındaki tutumlar ve cehalet üzerine bir eleştiri sunar.
Toplum, bilimsel gelişmeleri yorumlamaktadır. Hurafeler yayılmaktadır. Romanın başkahramanı İrfan Galip, Batı’da eğitim görmüş, rasyonel düşünceyi benimsemiş bir karakterdir. Toplumun bilimsel temelden uzak ve yanlış inançlarını sorgular. Diğer tarafta, İstanbul’un çeşitli mahallelerinde yaşayan insanlar Halley’in bir felaketin habercisi olduğuna inanmakta ve kuyruklu yıldızın Dünya’ya çarpacak olmasını insanların günahlarının bir sonucu olarak görmektedir. Gürpınar, Osmanlı toplumunun modernleşme sürecinde karşılaştığı engelleri ve batıl inançların toplumu nasıl şekillendirdiğini mizahi bir üslupla anlatır.
Roman, bir mahallede yaşayan kadınların dedikodularıyla açılır. Kadınlar, doğal bir gök olayını ilahi bir ceza olarak yorumlamakta, ahlaki yozlaşmanın böyle bir felaketi tetiklediğine inanmaktadır. Bu düşünce, tarih boyunca pek çok toplumda felaketlerin dini veya mistik nedenlere bağlanmasının bir örneğidir. Hüseyin Rahmi, bu tür inançların toplumun bilgiye ve akla dayalı ilerlemesini nasıl engellediğini alaycı ama derinlikli bir biçimde ortaya koyar.
Osmanlı’da halk, haberleri nasıl alıyordu? Zira, Osmanlı’nın çöküş sürecindeyken bir kuyruklu yıldızı takip edecek bilimsel gücü yoktu.
Dönemin Osmanlı basını, II. Meşrutiyet sonrası serbestleşen siyasi ortamda önemli bir dönüşüm geçirmişti. Tanin, İkdam, Tercümân-ı Hakîkat gibi gazeteler, Avrupa gazetelerinden çeviriler yapmaktaydı. Halley hakkındaki haberler de bu yolla yayılmıştı. Ancak, bu bilimsel bilgilerin halk üzerindeki yansıması büyük ölçüde bilimsel yaklaşımdan uzaktı.
Osmanlı gazeteleri, Avrupa basınına genellikle posta yoluyla ulaşmaktaydı. Elçilikler, konsolosluklar veya yabancı yayınevleri aracılığıyla sağlanan gazeteler tercüme edilerek okuyucuya sunulurdu. Buna rağmen, Osmanlı toplumunun büyük kesimi okuma-yazma bilmediğinden bu bilgiler kulaktan kulağa, abartılarak veya değişerek yayılırdı. Kulaktan kulağa yayılan bilgi her zaman orjinal halini kaybeder.
II. Meşrutiyet’in ilanıyla (1908), Osmanlı İmparatorluğu’nda basın özgürlüğü önemli ölçüde genişlemiş, bu gelişme kısa sürede yüzlerce yeni gazetenin doğmasına neden olmuştu. 1910 itibarıyla İstanbul merkezli çok sayıda günlük gazete, hem siyasi hem de kültürel anlamda kamuoyunu şekillendirmekteydi. Bu gazeteler farklı siyasi görüşleri temsil ederek toplumsal çeşitliliğin ve ideolojik çatışmaların aynası hâline gelmişti.
Bu gazetelere bir göz atalım.
Tanin: İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin yarı resmi yayın organı sayılan Tanin gazetesi, Hüseyin Cahit (Yalçın) tarafından çıkarılıyordu. İttihatçı ideolojiyi savunmakla birlikte dönemin en etkili siyasi gazetelerinden biriydi. Avrupa basınını sıkı şekilde takip eder, çeviri yazılarla Osmanlı kamuoyunu bilgilendirirdi.
İkdam: Ahmet Cevdet tarafından yayımlanan İkdam gazetesi merkez-sağ çizgideydi. Genellikle ılımlı bir modernleşme çizgisi benimseyen gazete, halkın anlayabileceği bir dille yazılmış haberler ve yorumlar sunar, bilimsel gelişmelere de yer verirdi.
Tercümân-ı Hakîkat: Şinasi ve Namık Kemal’in gazetecilik mirasını sürdüren bu gazete, halkı aydınlatma misyonunu üstlenmişti. Ahmet Mithat Efendi tarafından kurulan gazete daha çok halkçı ve didaktik bir üslupla yazılmış haberler içerirdi. Eğitim, kadın hakları ve bilim gibi konulara eğilirdi.
Sabah: Daha ticari amaç güden bir aile gazetesi olarak başlayan Sabah, geniş okuyucu kitlesine hitap ediyordu. Sansasyona dayalı haberlere zaman zaman yer verse de edebiyat ve kültür sayfalarıyla da dikkat çekmekteydi.
Tasvîr-i Efkâr: Şinasi tarafından kurulan bu gazete, 1910'larda Mehmed Asım tarafından devam ettiriliyordu. Aydın kamuoyuna hitap eden gazete, edebiyat ve fikir yazıları ile öne çıkıyordu. Batı’da yayımlanan gazetelerden çeviri yazılar, özellikle bilim ve kültür konularında bilgi kaynağıydı.
Serbestî: Ali Kemal tarafından çıkarılan bu gazete, muhalif bir çizgideydi. İttihat ve Terakki yönetimini açıkça eleştiren nadir yayınlardan biriydi. Siyasi hicivleri ve sert diliyle dikkat çeken Serbestî, 1909’da Ali Kemal’in sürgün edilmesiyle kısa süreliğine kapanmışsa da 1910'da tekrar yayına başlamıştır.
Musavver Gazeteler ve Mizah Yayınları: Bu dönemde Servet-i Fünun, Resimli Kitap, Kalem ve Cem gibi illüstrasyonlu (musavver) dergiler de büyük rağbet görüyordu. Bunlar sadece kültürel değil, siyasi eleştirileri de barındırıyordu. Karikatürlerle halkı etkileyen mizah gazeteleri, dönemin ruhunu yansıtan önemli belgelerdir.
Bu gazeteler hem aydınlar hem de okuma-yazma bilen orta sınıf tarafından takip ediliyordu. Halkın büyük kısmı doğrudan gazete okuyamasa da bu içerikler kahvehanelerde yüksek sesle okunarak ya da özetlenerek dolaylı yoldan geniş kitlelere ulaşırdı. Bu bağlamda basın, sadece bilgilendirme değil, aynı zamanda şekillendirme aracıydı.
Dönemin Osmanlı basını, II. Meşrutiyet sonrası serbestleşen siyasi ortamda önemli bir dönüşüm geçirmiştir. Tanin, İkdam, Tercümân-ı Hakîkat gibi gazeteler, Avrupa gazetelerinden çeviri yaparak Halley kuyruklu yıldızı hakkında haberler yayımlamışlardır. Osmanlı gazeteleri, Avrupa basınına genellikle posta yoluyla ulaşır, elçilikler, konsolosluklar veya yabancı yayınevleri aracılığıyla sağlanan gazeteler tercüme edilerek okuyucuya sunulurdu.
Osmanlı’da hurafelere inanç vardı ama Halley’in Batı’daki etkisi ne olmuştu? 20. yüzyılın başlarında Batı'da da hurafeler ve bilim dışı inançlar önemli bir yer tutuyordu. Halley, Batı'da da panik yaratmıştı. Fransa'da insanlar yıldızın zehirli gazlar yayacağına inanıp gaz maskeleri ve “yıldız kovan” iksirler satın alıyorlardı. ABD’de bazı dini gruplar kıyametin geldiğini düşünerek topluca dua ve tövbe toplantıları düzenliyordu. New York Times gazetesi, halk arasında yayılan bu endişeler nedeniyle astronomların sakinleştirici açıklamalar yapmak zorunda kaldığını yazmıştır.
Batı’da bilimsel gelişmelerin hızlı olmasına rağmen, halk arasında astrolojiye, spiritüalizme ve kıyamet senaryolarına olan ilgi yine de yüksekti. Özellikle Viktorya dönemi sonrası İngiltere’de medyumluk, ölülerle iletişim kurma seansları ve paranormal inançlar yaygındı. Dolayısıyla hurafelere eğilim yalnızca Osmanlı’ya özgü değildi. Ancak, bu inançların kamu politikası ve eğitim sistemi üzerindeki etkisi farklılık gösteriyordu.
20. yüzyılın başlarında Osmanlı İmparatorluğu'nda sınırlı da olsa bilimsel çalışmalar mevcuttu. Ancak bunlar, Batı’daki gelişmelere kıyasla daha dar kapsamlıydı ve büyük oranda bireysel çabalarla yürütülüyordu. Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) bünyesinde astronomi, fizik, matematik ve doğa bilimleri dersleri verilmekteydi. Ancak öğretim dili ağırlıklı olarak Fransızca idi ve dersler genellikle çeviri kitaplara dayanıyordu. Kandilli Rasathanesi 1911’de kurulmuş, Halley’i gözlemlemek isteyen bilim insanlarına ev sahipliği yapmıştı. Tıbbiye ve Mekteb-i Harbiye gibi okullar, Batılı müfredatla eğitim veriyor, anatomi, kimya ve mühendislik dersleri yoğun olarak ele alınıyordu.
Osmanlı’da, siyasi baskılar ve eğitim sistemindeki eksiklikler bilimsel üretimini sınırlıyordu. Medrese sistemi ile modern bilim eğitimi arasında ciddi bir kopukluk bulunmaktaydı. Aydınların bir kısmı Batı bilimine açıktı. Ancak, halkın büyük çoğunluğu bilimsel bilgiye ulaşamıyordu.
Gürpınar’ın romanında işaret ettiği “günahla felaket arasında ilişki kurma” eğilimi, bugün de geçerliliğini korumaktadır. Türkiye’de, 1999 Gölcük ve 2023 Kahramanmaraş depremlerinde bu afetlerin toplumun ahlaki bozulmalarına Tanrı'nın tepkisi olduğunu iddia eden cahiller çıkmadı mı? Aynı zihniyetin başka bir örneği, Donald Trump’ın COVID-19 döneminde dezenfektan içilmesini önermesidir. Bu öneri dahi bu cahilin yeniden başkan seçilmesini engellemeliyken, Amerikan halkı Trump’ı yeniden başkan seçebilmiştir.
Gürpınar’ın romanındaki mizahi usluptan yola çıkarsak, sosyal medyada yayılan "Merkür retrosu yüzünden ilişkilerim bozuldu" açıklamaları ile, kristallerle enerji temizleme ritüelleri ile, düz dünya teorisyenlerinden "ay suyu ile negatif enerji temizliği" yapanlara kadar pek çok bilim dışı inançla keskin kalemini konuşturarak nasıl dalge geçebileceğini düşünebiliyor musunuz?
Gürpınar muhtemelen, YouTube'da evde yapılan iksirlerle ölümsüzlük vadedenleri, TikTok’ta astral seyahat yaptığını iddia eden gençleri ve uzaylılar tarafından kaçırıldığını anlatan fenomenleri ironik bir gözle gözlemleyip nice romanlar yazardı. Tıpkı kuyruklu yıldızın günahların cezası olduğu zannıyla dalga geçtiği gibi, bu modern hurafeleri de zekice ve alaycı bir üslupla teşhir ederdi.
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç toplumsal bilinç için güçlü bir aynadır. Roman, Osmanlı toplumunun modernleşme sancılarını, bilimle hurafenin çatışmasını ve halkın bilgiye erişimindeki sorunları ortaya koyar. Günümüzde hâlâ benzer ilkel düşüncelerin varlığı, eserin evrenselliğini ve güncelliğini maalesef korumaktadır.
Comments