İçi Boşalan Sanat
- Arda Tunca
- 8 Kas 2024
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 10 Kas 2024
Kültürün içi boşaldı. Kültürel kavramların neredeyse tamamı ticari meta haline dönüştürüldü. Alınıyorlar ve satılıyorlar. İnsanlar sadece eğleniyorsa, sorun yok. Üretimleri devam ediyor. İçerik, önemini kaybetti.
Duyguların, düşüncelerin yarattığı bir kavramdır kültür. İnsanın kendini ifade edişidir. Bazen müziktir, bazen resim. Bazen heykeldir, bazen şiir. Bazen de tiyatro.Ortaokul ve lise yıllarımda iken kravat ve ceket ile gidilirdi tiyatroya. Şehir tiyatroları, devlet tiyatrosu ve bazı özel tiyatrolar sürekli merceğimdeydi. Ekim ayından itibaren her ay gazetelerden oyunları takip eder, bir ay boyunca gideceğim oyunların biletlerini her ayın başında alırdım. Böylece, bütün kış aylarım sanatla dolu geçerdi.
Üniversite yıllarımda, İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin gençlik korosunda her çarşamba akşamı ve cumartesi sabahı provalarımız olurdu. O günlerde, bütün opera temsilleri ve konserler de ücretsiz olarak girmişti hayatıma. Sanat, hayatımın önemli bir bölümünü işgal ediyordu ve bu durumdan büyük bir keyif alıyordum.
Lise yıllarımın edebiyat derslerini çok özel bir tatla anımsıyorum. Edebiyat ve matematik en sevdiğim derslerimdi. Kabataş Erkek Lisesi'nde, Oktay Tuncer ve Aysen Erensoy'un derslerindeki edebiyat konularının içinde tiyatro adeta oynanıyordu. Her şiir, her roman adeta yaşanarak sindiriliyordu.
Tiyatro, antik Yunan ile başlıyor. Amfi tiyatroların görkemli ve heybetli mimarisi antik Yunan'da tiyatronun ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu anlatıyor. Aiskhylos, Sophokles ve Euripides o çağın tiyatrosunun dev isimleri. Onların eserleri Romantik Dönem Avrupa'sına ilham kaynağı oluyor. Sadece tiyatroyu değil, sanatın her dalını etkiliyor. İnsanlık, kendi medeniyetine geçmişte yaptığı katkıları zaman zaman unutabiliyor. Üstelik, birkaç yüzyıl boyunca. Muazzam bir Yunan tiyatrosunun başka bir medeniyet formatıyla yeniden insanlığın emrine girmesi uzun bir zaman alıyor.
Tiyatro, daha çok batının geliştirdiği bir kültür. Türklerin Orta Asya'da iken gerçekleştirdikleri bazı törenler tiyatroyu andırsa da, batının yarattığı, geliştirdiği ve bugün anladığımız anlamdaki tiyatronun temelleriyle pek ilgisi yok. Geleneksel Türk tiyatrosu olarak adlandırabileceğimiz tiyatronun da beni pek tatmin edebildiğini söyleyemem. Yani, meddah, orta oyunu (halk tuluat tiyatrosu) gibi türlerin batının ürettiği tiyatro türünün yanında hem içerik, hem de görsellik açısından son derece zayıf kaldığını düşünmüşümdür hep. Bu nedenle, pek ilgimi çekmemiştir.
Sanatın ruhunda eleştirmek vardır. Tiyatronun da bir felsefesi vardır. Farklı türlerinin olması, kendi içindeki felsefi renkleri ve anlatım biçimlerini yansıtır. Bu nedenle, tiyatronun ve sanatın pekçok başka türü her toplumda başta siyasetçiler olmak üzere birilerini rahatsız edegelmiştir. Yine bu nedenledir ki, şiirler, romanlar, tiyatrolar farklı ülkelerde, farklı kültürel ve siyasi anlayışların hakim olduğu dönemlerde yasaklanabilmiştir.
Her sanat eseri çok mu önemli ve değerlidir? Elbette ki hayır. Felsefesinde özgürlük, barış, eşitlik ve adalet, demokrasi, insan hakları, doğa ve hayvan sevgisi olmayan ya da bu kavramlara karşı gelen her tiyatro veya başka bir sanat dalı önemsiz değilse de değersizdir. Önemsiz olmayabilir. Çünkü, bazı değersiz şeylerin toplumların bazı travma dönemlerinde etki gücü yüksek olabiliyor. Bu durumda, değersiz olan herhangi bir şey önemli bir noktada kendine yer bulabiliyor.
Günümüzün pop kültür hakim dünyasında kültürün içi boşaldı. Duygular, düşünceler ve bunların ifade ediliş biçimi olan sanat ticarileşti. Günümüz ifadesinden kastım, özellikle 1980'lerden sonrası. Yani, neredeyse her toplumsal kavramın ya da olayın sadece kapitalist süreçlerle anlam bulabildiği düşünülen hastalıklı dönemi kastediyorum.
Teknolojinin ve bilgi teknolojilerinin hızlı gelişimi sanata zarar vermiş ya da sanatı çökertmiş olabilir mi? Sadece ve sadece eğlence amaçlı görsel unsurların insan yaşamının her anına nüfuz ettiği bir gerçek. Ürettiğimiz sanatın yine görselliği dijital ortamda anında Dünya'nın her yerine ulaştıran araçlar nedeniyle süratle ulaşılabilir, izlenebilir hale geldiği de bir gerçek. Fakat, şiir yine şiir. Roman, yine roman. Tiyatro da yine tiyatro.
Belki, eskiden olduğu gibi takım elbiseleri çekip gitmiyoruz tiyatrolara. Konserler eskisi kadar ilgi görmeyebiliyor. Özellikle, 20'li yaşlardaki genç insanların sanatı ele alış ve algılayış biçimine bakıyorum. İzleme, takip etme ve yaratma yöntemleri değişti ama duygu ve düşünceleri ifade etmenin sanatsal formları aynı ve değişmeyecek.
Her şey ama her şey bir yana, artık bu yerküre çok kalabalık. Kalabalığın doyması için azalan kaynakların daha verimli kullanılması lazım. Daha vahşi ve daha kapitalist bir yerkürede sanat, sanat için değil, halk için yapılıyor. Yani, ne satarsa o. Formatlara takılmayalım. Peki. Ama, içerikte geçmişten kalanlarla idare edilmekte.
Geçmiş deyince, Tolstoy geliyor aklıma. Sanat Nedir adlı eseri nedeniyle Tolstoy. Sanatı, sanatçının duygularının ve düşüncelerinin izleyene, dinleyene, okuyana aktarımı olarak tanımlıyor. Ancak, 19. yüzyılın koşullarında, O da sanatın içinin boşalmasından şikayetçi. Zengin bir sınıfın eğlencesi haline dönüşen ve sanat okullarıyla da desteklenen bu süreci hiç sempatiyle karşılamıyor. Hatta, bazı büyük isimlerin eserlerine değersiz, safsata gibi ifadeler kullanıyor. Tolstoy’un yaklaşık 150 sene önce anlattıkları Adorno’nun kültür eleştirilerine kadar uzanıyor.
Ben de, kişisel gözlemlerimle sanatın kapitalist dünyada içinin boşaldığını biraz Tolstoy, biraz Adorno gözünden yorumlamaya çalışıyorum. Çok derin bir konu.

コメント