top of page

Cumhuriyet 100. Yılında Neyi Kutluyor?

Güncelleme tarihi: 10 Kas 2024

Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi başlangıcı 29 Ekim 1923 olsa da, fikirsel başlangıcı çok daha önceye uzanır. Cumhuriyet projesinin mimarı Mustafa Kemal’dir. Modernleşme ve batılılaşma, Tanzimat’a kadar uzanır. 29 Ekim 1923, fikirsel hazırlıkları kendisinden hemen hemen 100 yıl öncesine dayanan bir sonuçtur.


Cumhuriyetin mimarı Mustafa Kemal, savaş meydanlarında dahi kurulacak yeni ülkenin kurumlarını aklında tasarlamış bir beyindir. Bilim, sanat ve bilimsel nitelikleri güçlü bir eğitimin üzerine inşa edilecek bir ülke hayal etmiştir. Fikri hür ve vicdanı hür nesiller yaratma hayaliyle Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarının kalkınma planlarına aklında ve uygulamalarında yön vermiştir. Üstelik, Osmanlı’dan muazzam bir enkaz devralarak.


1923 sonrasındaki süreçte, imkânsızlıklar içinde devlet temelli bir kalkınma modeli zaruri olarak uygulandı. Kalkınmanın arkasındaki ilke, devrimcilik idi. Muasır medeniyet hayaline ulaşmanın heyecanı ve coşkusu ile ümmetten millete dönüşen bir ülke kurulmuştu.


Mustafa Kemal Atatürk sonrasındaki dönem, Türkiye’nin kalkınma rotasından çıktığı bir dönemdir. Bugün yaşanan kutuplaşmaların temelleri büyük ölçüde Atatürk’ten sonra atılmıştır. Kutuplaşmanın nedeni sadece Atatürk karşıtı fikirlerde ve oluşumlarda aranamaz. Atatürk ismini Atatürkçülük adı altında bayağılaştırmış kesimlerin de bu gelişmede çok önemli olumsuz etkileri olmuştur.


Cumhuriyetin bugün geldiği noktaya geniş bir tarihi perspektiften bakıldığında, toplumsal mutabakatı ve barışı yok eden siyasi dinamiklerin hemen hemen 200 yıllık bir süreçte sürekli çalışmakta olduğunu gözlemliyoruz. Doğru olanın ne olduğu şüphesiz ki sübjektif düşüncelerin ürünü çerçevesinde tartışılabilir. Ancak, yaşanan sonuçlar, ortaya konan toplumsal felsefi iradenin sonucudur.


Türkiye’nin Atatürk sonrası dönemde önünde duran felsefi soru şu olmuştur: Türkiye, siyasi ve sosyal yapılanma felsefesinde demokrasinin, insan haklarının, bilimin, sanatın yanında mı olacaktır, yoksa bu alanlarda hiçbir gelişim gösterememiş ülkelerin yer aldığı grupta mı yer alacaktır? Bu iki kutuplu felsefi sorunun cevabı, toplumun farklı kesimlerinde farklı cevaplar bulmuştur. Sosyal mutabakatın sağlanamadığı ve günümüz koşullarında mutabakatsızlığın ötesinde kutuplaşma ortamının oluşmasının nedeni toplumun bu farklı cevaplarında aranmalıdır.


100. yılında, nasıl bir cumhuriyet ile karşı karşıyayız?


Öncelikle, milletten yeniden ümmete yönelen bir Türkiye manzarası ile karşı karşıyayız.

Türkiye, ekonomide gelişmekte olan ülke piyasası (emerging market) statüsünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Bunun yerine, sınır piyasası (frontier market) olarak adlandırılan gelişme potansiyeli olan ama gelişme özelliğini yitirmiş bir pazar statüsüne doğru ilerlemiştir.


Son yılların son derece moda olan yerli ve milli ifadesinin altını dolduracak bir üretim yapısı yoktur. Türkiye, üretimde dışa bağımlıdır ve onlarca yıldır ülkeye kısa vadeli sermaye sokmak dışında bir rüyası olamamıştır. Cumhuriyet, bir kalkınma projesi olarak son derece yerli ve milli bir düşünce ile yola çıkmıştı.


Türkiye’nin demokrasi endekslerindeki yeri otoriter rejimlerin sadece bir sıra üzerinde görülmektedir. İnsan hakları ile ilgili alanlarda hiçbir zaman iyi olmayan karnesi otoriterleşen rejimiyle giderek olumsuzlaşmıştır.


Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda, doğayı, tarımı önemseyen anlayışın yerine doğayı, tarımı katleden bir anlayış ülkeye hâkim olmuştur.


Hukuk ve dolayısıyla adalet kıstaslarında gerileyen bir Türkiye söz konusudur.


Basın özgürlüğünde geri gitmiş ve basının çok geniş bir kesiminin siyasi otoritenin emrine girmiş olduğu bir Türkiye bulunmaktadır.


Eğitimde, vasatı aşamamış bir Türkiye vardır.


Toplumsal ahlakta sınıfta kalmış bir Türkiye ile karşı karşıyayız.


Listeye devam edebilirim. Ancak, uzatmadan burada kesmeyi tercih ediyorum. Muasır medeniyetten ne kadar uzak olunduğunu anlatmak için başka ispatlara gerek mi var?


Sosyal medyada yayılan 100. yıl kutlamalarının iptal edildiğine dair haberler yalanlandı. Peki, ama kutlanacak olan, 100 yılda gelinen nokta mı, Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yaş günü mü? Sağlığını yitirmiş bir insan da coşkusuz bir havada yaş gününü kutlayabilir. Cumhuriyet, havası kaçık bir şekilde 100. yaş gününü tamamlıyor.


İktidarıyla, muhalefetiyle bitik siyasetin Türkiye’ye uygun gördüğü koşulların bir kısmını yukarıda saydım. Ben, kutlamadan çok, 100 yıl önceki iradeyi anmayı tercih ediyorum.


Kutlama, bir yaş günü kutlaması değilse, elde edilen bir başarıyı kutlarsınız. 100 yılda gelinen noktada kutlanacak bir şey bulamıyorum. Ortadaki hazin manzara karşısında neyin kutlandığını anlamakta da zorlanıyorum.


Comments


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page