Belirsizliği Ölçen Adam: Heisenberg, Naziler ve Hiç Ateşlenmeyen Kurşun
- Arda Tunca
- 21 Nis
- 4 dakikada okunur
1944 kışında, genç bir Amerikalı casus Moe Berg, İsviçre’nin Zürih kentindeki bir tiyatroda, ceketinin içine gizlenmiş bir tabancayla oturuyordu. Burada diplomatik bir görev için değil, savaşın seyrini değiştirebilecek bir karar almak için bulunuyordu. Hedefi, Belirsizlik İlkesi’ni dünyaya kazandıran ve muhtemelen Hitler’in atom bombası projesinin başındaki adam olan Werner Heisenberg’ti.
Bu, bilimin, casusluğun ve ahlaki belirsizliğin II. Dünya Savaşı’nın en sıra dışı suikast planlarından birinde nasıl kesiştiğinin hikâyesidir. Aynı zamanda şu soruları sormamıza neden olan bir hikâye: Bir bilim insanı ne zaman tehdit haline gelir? Barış adına bir yaşamın alınmaya değer olup olmadığına kim karar verir?
Werner Heisenberg sıradan bir fizikçi değildi. 1920’li yıllara gelindiğinde, kuantum mekaniğinin gelişiminde merkezi bir figür hâline gelmişti. Bu çalışmaları ona 1932 yılında Nobel Fizik Ödülü’nü ve Einstein’ın hayranlığını kazandırdı.
Heisenberg’in bilime en meşhur katkısı olan Belirsizlik İlkesi, doğaya bakış açısını kökten değiştirdi. Bu ilke, bir parçacığın konumu ile momentumunun aynı anda kusursuz bir kesinlikle bilinemeyeceğini savunuyordu. Bu, ölçüm araçlarının eksikliğinden değil, evrenin doğasından kaynaklanan bir sınırlamaydı. Klasik fiziğin determinizmini paramparça etti ve gerçekliğe dair kökten olasılıklı bir bakış açısının temelini attı.
Einstein, Heisenberg’in dehasına hayranlık duysa da bu sonucu rahatsız edici buldu. Ünlü bir şekilde kuantum belirsizliğini reddetti ve “Tanrı evrenle zar atmaz,” sözünü sarf etti. Buna rağmen iki bilim insanı, felsefi olarak derin ayrılıklara düşseler de birbirlerine karşı saygılarını korudular.
Hitler iktidara geldiğinde Heisenberg Almanya’da kaldı. Bazı bilim insanları kaçtı, bazıları direndi. O ise, kalarak Almanya’nın nükleer araştırma programının başına geçti.
Müttefikler için Heisenberg, Nazi Almanyası’nın bir atom bombası yapma ihtimalinin simgesiydi. Gerçekten bu hedef için mi çalıştığı, yoksa projeyi içten içe sabote mi ettiği hâlâ tartışma konusudur.
Bu korkunun temelsiz olmadığı kısa sürede ortaya çıktı. Aralık 1938’de Alman kimyagerler Otto Hahn ve Fritz Strassmann, uranyum atomunu nötronlarla bombardımana tutarak parçalamayı başardı. Yan ürün olarak baryum elde ettiler. Bu sonucun anlamını kısa süre sonra Lise Meitner ve yeğeni Otto Frisch yorumladı ve sürecin nükleer fisyon olduğunu tanımladılar. 1939 başlarında yayımlanan bu açıklama, atom çekirdeklerinin parçalanmasıyla devasa miktarda enerji ortaya çıkabileceğini doğruladı. Kısa bir süreliğine, Nazi Almanya'sı nükleer fizikte öndeydi. Bu gelişme, müttefik ülkelerde bilim insanlarını alarma geçirdi ve ABD’de acil önlemlere yönelinmesine yol açtı.
Atlantik’in diğer yakasında, Einstein’ın adı da bu gelişmelerle anılır hale geliyordu. 1939’da, Macar kökenli fizikçiler Leo Szilard ve Edward Teller, Einstein’ı Roosevelt’e bir mektup imzalamaya ikna etti. Mektup, Nazi Almanya'sının nükleer silahlar geliştirmekte olabileceği uyarısını içeriyordu ve ABD’yi araştırmaları hızlandırmaya çağırıyordu. Bu mektup, Manhattan Projesi’nin başlangıcını tetikledi. Einstein, bombanın fiili geliştirilmesinde yer almadıysa da, imzası projeye hayati bir meşruiyet kazandırdı.
Heisenberg ve Einstein savaşta karşı taraflarda yer alsalar da, bilimsel mirasları ve ahlaki belirsizlikleri milyonlarca insanın kaderinde etki buldu.
1944’te, savaş tüm hızıyla devam ederken, ABD’nin istihbarat servisi OSS (CIA’in öncülü), eski bir beyzbol oyuncusu olan Moe Berg’i işe aldı. Görevi, Heisenberg’in Zürih’te vereceği bir konferansa katılmak ve eğer Alman fizikçinin bombayı geliştirmeye yakın olduğu anlaşılırsa O'nu ortadan kaldırmaktı. Berg, Heisenberg’i oteline dönerken sessiz bir sokakta vuracaktı. Tek bir kurşun ve hiçbir iz kalmayacaktı.
“Eğer Naziler için bomba yapıyor olduğuna emin olsaydım, O'nu memnuniyetle vururdum. Ama emin değildim.” — OSS belgelerine göre Moe Berg’in ifadesi.
Berg konferansa katıldı. Heisenberg’i dikkatle dinledi. Sonrasında, O'nunla konuşacak kadar yaklaştı. Ama, tetiği asla çekmedi.
Neden?
Bazı kaynaklara göre Berg, Heisenberg’in bombayı yapmaya yakın olmadığına ikna olmuştu. Diğerleri ise tarafsız bir ülkede silahsız bir bilim insanını öldürmenin vicdanıyla bağdaşmadığını düşünmüş olabileceğini öne sürdü. Belki de Heisenberg’in tavrında bir tereddüt, hatta sessiz bir direniş sezmişti.
Heisenberg’in eylemlerinin ve niyetlerinin çok katmanlı yapısını anlamak isteyenler için Thomas Powers’ın Heisenberg’s War adlı kitabı derinlemesine bir analiz sunmaktadır.
Suikast iptal edildi. Savaş, bir yıl geçmeden ve Almanya’nın elinde bir bomba olmadan sona erdi.
Ama sorular hâlâ ortada.
Heisenberg gerçekten Hitler için bomba yapmaya mı çalışıyordu, yoksa projeyi geciktirerek zaman mı kazanmaya çalıştı? Hayatta kalmak için yeterince ama tarihi değiştirmek için yetersizce mi çabaladı?
Moe Berg, bir hayatı bağışlayarak ahlaki cesaret mi gösterdi, yoksa milyonlarca hayatı riske atan bir kumar mı oynadı?
Heisenberg’in etrafındaki bu ahlaki gerilim, Manhattan Projesi’nin bilimsel direktörü olan J. Robert Oppenheimer’ın mirasıyla keskin bir karşıtlık oluşturur. Heisenberg belirsizlik içinde çalışırken, Oppenheimer, Hiroshima ve Nagasaki’de kullanılan atom bombasını başarıyla geliştiren ekibi yönetti.
Başlangıçta Hitler’e karşı yarıştığına inanan Oppenheimer, bombanın sivillere karşı kullanılmasıyla derinden sarsıldı. Daha sonra hidrojen bombasının geliştirilmesine karşı çıktı ve silah kontrolünü savundu. Bu tutumu, McCarthy döneminde siyasi baskılara maruz kalmasına ve güvenlik erişiminin iptaline neden oldu. “Fizikçiler günahı tanıdı” sözleri, bilim camiasının ahlaki hesaplaşmasında yankı buldu.
Heisenberg ve Oppenheimer, savaşın çarklarında sıkışıp kalmış iki olağanüstü zekâyı temsil eder. Biri, belki yetersiz hareket etmekle, diğeri ise fazlasıyla ilerlemekle suçlanabilir. Yolları ayrıldı ama ikisinin de karşılaştığı ikilemler benzerdi. Bilim insanı, buluşlarının nasıl kullanılacağından ne kadar sorumludur?
Heisenberg’e yönelik suikast girişimi, yalnızca bilim ve savaş hakkında değil, aynı zamanda ahlaki kesinliğin sınırları hakkında da düşünmeyi sağlar. Büyük karanlık dönemlerde alınan kararları nasıl yargılanır?
Heisenberg’in mirası, bu gölgeler ve suskunluklarla dolu hikâyeye sıkı sıkıya bağlı kalmaya devam ediyor. Dünyaya Belirsizlik İlkesi’ni sundu ve bu ilkenin kendisi gibi bir hayat sürdü.
Bilimsel ilerleme ile siyasi gücün hâlâ iç içe geçtiği bir dünyada, Zürih’teki bu olay hâlâ zamana özgü bir alegori olarak duruyor. Milyonların kaderi belki bir adamın tereddüdüne bağlıydı. Bilgi, hem silah hem de kalkan olmuştu. Bu olay gösteriyor ki, tarihi yalnızca atılan adımlar değil, atılmayanlar da şekillendiriyor.
“Nedensellik yasasının kesin biçiminde... koşullardan zorunlu olarak sonuç doğmaz; yalnızca bir olayın olasılığı ortaya çıkar.” — Werner Heisenberg, Physics and Philosophy (1958)
Comments