top of page

19 Mart Sonrası Türkiye Ekonomisinde Yeni Dönem: Belirsizlik ve Sıkışma

19 Mart 2025, Türkiye açısından siyasi ve ekonomik kırılmaların hızlandığı bir dönüm noktasıdır. Mayıs 2023 seçimleri sonrasında işbaşına gelen maliye bakanı ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), iki yıla yaklaşan görev süreleri boyunca enflasyonu düşürme hedefini gerçekleştiremedi. TÜİK verilerine göre, Haziran 2023'te %38.21 olan enflasyon oranı Mart 2025 itibarıyla %38.10 olarak gerçekleşti.


Uluslararası portföy yatırımlarını cezbetmeye çalışmaktan başka odağı olmayan mevcut strateji, bunu da başaramadı. 19 Mart sonrası gelişmeler ise, zaten kırılgan olan bu zemini iyice zayıflattı. Artan siyasi belirsizlik, önce finansal piyasaları, sonra da reel sektörü doğrudan etkiledi.


19 Mart sonrasında TCMB, piyasalardaki sert dalgalanmaları kontrol altına almak amacıyla faiz koridorunun üst bandında artışa gitti. Bu adım, artan politika risklerini fiyatlamaya çalışan piyasa aktörlerine kısa vadeli bir sinyal vermeyi amaçladı. Finansal piyasalardaki dalgalanma duruldu. Ancak bu, piyasalarda güven oluştuğunu anlatmıyor.


Olumsuz etki, esas olarak reel sektörde oluştu. Piyasa faizlerinin yükselmesiyle birlikte, borçlanma maliyetleri arttı. Reel sektör için halihazırda dar olan finansman zeminini daha da daraldı. Faiz indirme sürecinde olan TCMB için söz konusu gelişmeler belirsiz bir süre için para politikasının rotasından tam anlamıyla çark etmek anlamına geliyor.


Bankacılık sektörü, artan siyasi ve ekonomik belirsizlikler karşısında risk yönetimini öncelikli hale getirdi. Bu durum da kredi faizlerini yukarı çekti.


Bankalar, artan riskleri yalnızca fiyatlama yoluyla değil, kredi musluklarını büyük ölçüde kısarak da yönetmeye çalıştı. Böylece finansmana erişim önemli ölçüde zorlaştı. Bunun üzerine, reel sektördeki pek çok firma konkordato şemsiyesi altına girme arayışına yöneldi. Finansal sistem ile reel ekonomi arasındaki bağın zayıflaması demek bu. Üretim, yatırım ve istihdam süreçlerini baskı altında.


Piyasalarda artan belirsizlik ve sermaye çıkışları, TCMB’yi döviz rezervleriyle piyasalara müdahale etmeye zorladı. 19 Mart sonrasında, bu yazının yazıldığı tarihe kadar TCMB'nin sattığı döviz tutarı yaklaşık $40 milyar. Müdahaleler, rezervlerin azalmasına ve finansal istikrarın kırılganlaşmasına yol açtı.


Kısa vadeli sermaye hareketlerine bağımlı bir ekonomi içinde rezervler, sadece döviz kuru savunmasında değil, aynı zamanda ekonomi yönetiminin güvenilirliğini temsil eden bir gösterge haline gelmişti. Bugün ise TCMB'nin rezervleri, hem hacim hem güven mesajı açısından zayıfladı.


İthalata bağımlı üretim yapısı nedeniyle maliyet kaynaklı enflasyon da güç kazanmaya başladı. TCMB'nin manevra alanı daraldı, piyasalar yönsüzleşti.


19 Mart sonrası ekonomik koşullar, özellikle reel sektördeki mevcut konkordato başvuruları sorununun büyümesine yol açtı. Krediye erişimin zorlaşması ile birçok işletme nakit akışlarında zorlanıyor. Bankalardan fonlama imkânı bulamayan firmalar için konkordato, ayakta kalmanın başlıca yolu haline geldi.


Konkordato ilan eden şirketler, yalnızca kendi finansal yapılarıyla değil, aynı zamanda tedarikçileri, çalışanları ve bağlı oldukları sektörlerle birlikte ekonominin genel dengesini etkiliyor. Bu dalga, Türkiye’nin üretim kapasitesinde ve istihdam yapısında önemli kırılmalar yaratan bir boyuta ulaşmış durumda.


Özellikle inşaat, tekstil, perakende ve otomotiv gibi sektörlerdeki şirketlerin zorlandıkları dikkat çekiyor. Bu durum, ağır ağır gelmiş bir ekonomik krizin ortaya koyduğu tehdide işaret ediyor.


ABD'nin başlattığı yeni tarife uygulamaları, küresel ticaret düzeninde yeni bir gerilim sürecini tetikledi. Türkiye açısından bu gelişmeler, hem ihracat pazarlarındaki riskleri artırıyor hem de küresel tedarik zincirlerindeki yeniden yapılanma süreçlerine adapte olmayı zorlaştırıyor. Durum, Türkiye'ye özel değil elbet.


AB’nin bu tarife savaşlarına vereceği tepki, Türk ihracatçılar için yeni yönelimleri zorunlu kılabilir. Ancak içerideki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık ortamı, dış fırsatları değerlendirme kapasitesini sınırlıyor.


Türkiye ekonomisi bugün kısa vadeli göstergelerle değil, yapısal göstergelerle ölçülmesi gereken bir kriz içinde. Enflasyon, kur, faiz ve büyüme göstergeleri kadar önemli olan unsur, yönetişim kapasitesi ve toplumsal güven zemininin zayıflamasıdır. Bu zayıflamanın temelinde 19 Mart yer alıyor.


Bu çerçevede Türkiye bir yol ayrımında. İlk akla gelen senaryoda, otokrasiye ve hatta daha ötesine yönelen Türkiye'de siyasi belirsizlik devam eder, rezervler azalır ve reel sektör zayıflar. Bu durumda, siyasal kutuplaşma daha da derinleşir, makro denge tamamen bozulur.


19 Mart sonrası manzara siyasetteki krizle oluştu. Ekonominin içinde bulunduğu koşullardan ekonomi cephesinde alınacak önlemlerle çıkmak mümkün değil.


Toplumsal güvenin inşa edilebilmesi için çok temel demokratik ilkeleri dahi kaybetmiş Türkiye'nin etkin ve kararlı muhalefete gereksinimi var. Aksi takdirde, kriz sadece ekonomik göstergelerle değil, siyasal alanın etkisizleşmesiyle de derinleşir.


Yazıyı bir soruyla kapatmak isterim. Boykot, bu anlatılan olumsuz manzaranın neresinde yer alıyor?

Comments


© 2025 by Arda Tunca

bottom of page